top of page

Sulh Ceza Hakimlikleri ve Yatay Denetim


A) GENEL OLARAK


İtiraz, bir hakim veya yasada belirtilen hallerde mahkeme kararlarına karşı bu karardan zarar gören kişinin veya vekilinin başvurusu üzerine bu kararı incelemeye yetkili başka bir mercii tarafından incelenmesini sağlayan olağan bir kanun yoludur.


İtiraz, öncelikle itiraza konu kararı veren kuruma karşı yapılır. Kararı veren kurum bu kararında bir hukuka aykırılık görür ise kendisi ilk elden değiştirebileceği gibi; kararında haklılık görmesi durumunda kanunun incelemeye yetkili mercisine göndererek incelenmesini sağlayabilir.[1]


CMK’nın 268/3 maddesinde belirttiği üzere; Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarına karşı o yerde birden fazla sulh ceza hakimliğinin bulunması halinde numara olarak kendisini izleyen hakimliğe; son numaralı ise bir numaralı hakimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hakimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hakimliğine, ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hakimliği var ise; en yakın ağır ceza mahkemesinin görev yaptığı bulunduğu yerdeki sulh ceza hakimliği inceleyecektir. [2]


Burada dikkat edilmesi gereken husus itiraz kanun yolunda; başvuruyu inceleyecek mercii asliye ceza mahkemesi için ağır ceza mahkemesi; ağır ceza mahkemesi için numara olarak kendini izleyen mahkeme iken; sulh ceza hakimlikleri için getirilen bu tarz bir kapalı devre sisteminin getirilmesi; yani sulh ceza hakimi tarafından verilen kararın aynı adliyede; aynı koridorları, yemek salonunu, otoparkı ve hatta lojmanları paylaşan bir başka sulh ceza hakimi tarafından incelenmesinin ne derece doğru olduğu; bu kararları inceleyen yetkili merciin mesai arkadaşının verdiği karara karşı ne derece hukuka aykırılık incelemesi yapacağıdır.


5235 Sayılı Kanun ile kurulan Sulh Ceza Hakimlikleri ve bu hakimliklerin kararlarına karşı yapılacak olan itirazlara karşı kapalı devre sisteminin getirilmesi hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı gibi yargı bağımsızlığı üzerinde de büyük bir gölge ve şüphe oluşturmaktadır.


B) YATAY DENETİM SİSTEMİ HAKKINDA GENEL İNCELEME


Yukarıda da bahsedildiği üzere sulh ceza hakimliklerinin vermiş olduğu kararlara karşı yapılacak olan itirazları yine kendisine eş başka bir sulh ceza hakiminin inceleme durumunun temel sebebi iyi analiz edilmelidir.


6545 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile birlikte hayatımıza giren sulh ceza hakimlikleri ve beraberinde gelen kapalı devre sistemi; aslında koruma tedbirleri konusunda karar vermesi ve bu alanda uzmanlaşması ön görülen sulh ceza hakimliklerine bir nevi rahat hareket edebilme imkanı da tanımıştır.


6545 Sayılı Kanunun 48. Maddesinde yer alan ve 5235 Sayılı Kanunun 10.Maddesinde değişikliğe yol açan hükmün gerekçesinde sulh ceza hakimliklerine neden ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir: Anılan gerekçeye göre değişiklikten önce yer alan ceza muhakemesi sisteminde salt koruma tedbirlerine hükmetmeye cevaz veren bir hakimlik ve bu konuda yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bu durum madde gerekçesin de pratikte bir çok soruna yol açtığı şeklinde ifade edilmektedir. Ayrıca hükmedilen koruma tedbirlerinde bu alanda uzmanlaşmamış hakimlerin yetersiz gerekçelerle koruma tedbirine hükmettiğinden de bahsedilmektedir. En büyük argüman ise koruma tedbirine hükmeden hakimin kovuşturma evresinde de görev yapıyor olması. Bu durumun hakimlerin tarafsızlığı ve bağımsızlığını da gölgeye düşüreceği madde gerekçesinde ifade edilmektedir. Yapılan bu değişiklik ile amaçlanan; ülke genelinde bir standart yakalanmasınıdır.[3]


Görüldüğü üzere sulh ceza hakimliklerinin kurulmasındaki temel amaç aslında soruşturma evresinde savcılık makamı ile birlikte etkin rol oynayan; adli kontrol ve tutuklama koruma tedbirine karar veren ve soruşturmanın etkin yürütülmesini sağlamak için özel olarak uzmanlaşmış hakimler yaratmaktır.


Yine bakıldığında; sulh ceza hakimliklerini hukuk sistemimize getiren ve Türk Ceza Kanunu ile birlikte bazı kanunlarda da köklü değişiklikler yapan 6545 Sayılı Kanun hakkında mecliste yapılan genel kurul toplantılarında; muhalefet partilerinin bu yasaya ve beraberinde gelen sulh ceza hakimlikleri ve kapalı devre sistemine şiddetle karşı çıktığı görülmektedir.


24. Dönem 4. Yasama Yılının 12 Haziran 2014 tarihli 102. Birleşiminde Mersin Milletvekili İsa GÖK ‘’…Bakın, sulh ceza mahkemelerini kaldırıyorsunuz ve yerine ikili bir sistem getiriyorsunuz…Arkadaşlar, yapmayın. İtiraz kanun yolunu yok etmeyin. Belirli sayıdaki hakimler ile tutuklama, el koyma ve bunlara karşı yapılan itirazları yönlendireceğinizi düşünüyorsunuz ancak bunu yapamazsınız, engelleyemezsiniz.‘’ demek suretiyle muhalefet partilerinin bu kanun karşısındaki genel tutumunu ortaya koymuştur.[4]


Bursa Milletvekili Hakan ÇAVUŞOĞLU ise 11 Haziran 2014 tarihinde gerçekleştirilen 101. Birleşimde söz alarak sulh ceza hakimlikleri hakkında;..’’ Sayın milletvekilleri, Bu tasarı ile getirilen sulh ceza hakimliklerinin görevi soruşturma aşamasında koruma tedbirlerine hükmetmek ve bunlara karşı yapılan itirazları değerlendirmek Buradaki amaç, sulh ceza hâkimlerinin koruma tedbirleri ve itirazlar ihtisaslaşmasını sağlayarak ülke genelinde meydana gelen farklı uygulamaları bertaraf edip standart yakalamaktır..’’ [5]Demek suretiyle tasarıya karşı İktidar Partisinin hukuk alanında gerçekleştirmek istedikleri bu reforma ne kadar güvendiklerini ifade etmiştir.


Tüm bu tartışmalar ışığında hukuk sistemimiz artık yeni bir hakimlik olan sulh ceza hakimliğine ve beraberinde yatay denetim veya doktrinde tabir edildiği isimle kapalı devre itiraz kanun yoluna 18/06/2014 tarihinde TBMM’nin 24. Dönemi 4. Yasama Yılı 104. Birleşiminde geçiş yapmıştır.





C) ANAYASA MAHKEMESİ’NİN SULH CEZA HAKİMLİKLERİ VE YATAY DENETİME BAKIŞI


Böylesi bir düzenlemenin vahim sonuçlar ve hak yoksunlukları doğuracağını düşünen muhalefet partisi; 5235 sayılı Kanun’un sulh ceza hâkimliklerinin kuruluşunu düzenleyen 10. maddesine ve 5271 sayılı Kanun’un anılan hâkimliklerin kararlarına karşı itiraz usulünü düzenleyen 268. maddesinin 3 numaralı fıkrasının a ve b bentlerine yönelik iptal isteminde bulunmuş; Anayasa Mahkemesi 5235 Sayılı Kanuna karşı yapılan başvuruyu oybirliği ile 5271 sayılı kanuna karşı yapılan başvuruyu ise oyçokluğu ile reddetmiştir.[6]


Anayasa Mahkemesi’nin 14.01.2015 Tarih ve 2014/164 E. 2015/12 K. Sayılı ilamında sulh ceza hakimlikleri ve beraberinde ki yatay denetim sistemine karşı açılan iptal davasını Kurul Üyeleri tarafından oy çokluğu ile reddetmiş; reddin gerekçesini ise şu cümlelerle ifade etmiştir;

“İtiraz konusu kuralla, Sulh Ceza Hakimliklerince verilecek olan kararlara karşı itiraz yoluna başvurulabileceği belirtilerek kişilere kanun yoluna başvurma hakkı tanınmış ve itirazı incelemeye yetkili merciler gösterilmiştir. Sulh Ceza Hakimliklerince verilen kararlara karşı yapılan itirazların yüksek görevli veya bir diğer mahkemece incelenmesini gerektiren anayasal bir norm bulunmamaktadır. Ceza yargılama usulündeki kanun yolunda temel ilke, cezai nitelikte kararların ilk kararı veren mahkemeden bağımsız ve ayrı bir merci tarafından etkili bir şekilde denetlenmesi olup bu merciin yüksek görevli veya üst düzeyde bir merci olması zorunlu değildir Dolayısıyla kanun yolu mercii ile ilgili düzenlemenin Anayasa ve ceza muhakemesi hukuku ilkelerine aykırı olduğu söylenemez. Anayasallık denetiminde kanun koyucunun kanun yolu yöntemi ve merciinin belirlenmesi hususundaki takdir yetkisi, ancak kamu yararı amacının var olup olmamasıyla sınırlı olarak incelenebilir.


Başka bir ifadeyle, düzenlemenin yerindeliğinin incelenmesi mümkün olmadığı gibi, itiraz konusu kural bakımından, benimsenen itiraz yönteminin isabet derecesi ile ceza yargılaması hukukunun amaçlarına ne derecede uyduğu hususu denetlenemez. bu işle görevlendirilmeleri nedeniyle koruma tedbirleri konusunda ihtisas kazanacağı değerlendirilen Sulh Ceza Hakimlerinin kararlarına itirazın da diğer bir Sulh Ceza Hakimine yapılması yönteminin öngörülmesinde kamu yararı amacına dayanıldığı anlaşılmaktadır.”


Görüldüğü üzere; Anayasa Mahkemesi, bir hakimliğin veya mahkemenin vermiş olduğu karara karşı herhangi bir hukuki çarenin süresi ile birlikte gösterilmiş olmasını yeterli bularak; bu kararlara karşı inceleyecek olan merciin ise ille de yüksek dereceli bir mercii olma zorunluluğunun olmadığını belirtmiştir. Bu tutum son derece yanlış olup; bir hakimin verdiği kararlara karşı statü olarak aynı meslek kolunun mensubu olsalar dahi hakimlik veya mahkeme olarak daha yetkili veya uzman bir merciin bu kararları incelemesi; meydana gelebilecek olan hukuka aykırılıkların ve hak mahrumiyetlerinin de önüne geçecektir. Öte yandan bu kararın 1982 Anayasasının 6. maddesinin 3. fıkrasına göre değerlendirilmesi de zorunludur. Buna göre herhangi bir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almadığı sürece Devlet yetkisi kullanamayacaktır. Aslında, muhakeme dışında da hakimliklerin yargılama makamı olarak görev yapması mümkün ancak Anayasa madde 9’a göre yargı yetkisi Türk Milleti adına tarafsız ve bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır. Tüm bu tartışmalar ışığında; mahkeme sıfatı haiz olmayan sulh Ccza hakimliklerinin bir takım yargısal yetkiler ile donatılmış olması Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itirazda ve kararda değinilmemiştir.


D) ULUSLARASI BELGELERDE SULH CEZA HAKİMLİKLERİ VE YATAY DENETİM


Türkiye’de yargı alanında gerçekleştirilen bu denli bir reform sadece yerli ve ulusal basını değil; uluslararası basın ve kuruluşların da dikkatini çekmektedir. Özellikle Kıta Avrupası hukuk sistemine dahil olan ülkeler; sulh ceza hakimliklerini ve yatay denetimi derinlemesine incelemekte; bu konuda uluslararası kuruluşlar tarafından raporlar hazırlanmaktadır.


Bu raporların başında Venedik Komisyonu’nun sulh ceza hakimliklerinin yatay denetimi ile ilgili olarak13 Mart 2017 tarihinde tanzim ettiği SULH CEZA HÂKİMLİKLERİNİN GÖREV, YETKİ VE İŞLEYİŞLERİ HAKKINDA GÖRÜŞ yazısı gelmektedir. Özetle komisyon raporunda;


Her ne kadar sulh ceza hakimliklerinin AİHS’nin 5.3 ve 5.4 sayılı maddede yer alan ve gereksinimleri karşılayan bir yargı organı olmasına rağmen; bu hakimlerin aldığı kararlara karşı yatay temyize gidilmesi problem teşkil etmektedir. Verilen kararı incelemeye yetkili olan mahkemenin ilk kararı veren mahkemeye nazaran ‘’daha yüksek’’ olması gerekmektedir. Çünkü böylesi bir durumda daha yüksek mahkeme kendisinde bu kararı inceleme ve yeri geldiğinde bozma yetkisini ve deneyimini kendisinde bulmaktadır. Ayrıca burada ifade edilen ‘’daha yüksek’’ ifadesi ille de daha yüksek dereceli bir mahkemeyi değil daha yüksek yetkili bir mercii ifade etmektedir. Venedik Komisyonu’nun da raporlarında değinildiği üzere; Türkiye’de sulh ceza hakimliklerinin vermiş olduğu kararlara karşı yapılan itirazın aynı statü ve seviyede yer alan bir başka sulh ceza hakimince incelenmesi yeteri kadar hukuk güvencesi vermemektedir. Sulh ceza hakimlikleri aynı bilgi birikim ve deneyime sahip; aynı ofisi paylaşan ve birbirlerinin kararlarına karşı itirazları inceleyen meslektaşlar olması sebebiyle bu durumda kapalı bir çevre oluşturmaktadır. Böylesi bir durumda bu hakimlerin birbirlerine güvendiklerini düşünmek ve birbirlerinin kararlarına saygı duyma meylinde olmalarını beklemek mantık dışı olmayacaktır. Bahsi geçen hakimliklerin meslektaşlarını, şahıslarını ve bir bütün olarak kurumlarının itibarını korumaları kuvvetli bir ihtimal olarak gözükmektedir. Bu sebeple anılan düzenleme neticesinde yapılacak olan itirazların tarafsız ve detaylı bir şekilde inceleme olasılığı mümkün görülmemektedir. Hükümet görüşü ise aksini savunmaktadır. [7]


Anılan raporun büyük bir bölümü belirli sayıda sulh ceza hakimlerinin vermiş olduğu kararların yine aynı yetki ve birikimdeki bir diğer sulh ceza hakimi tarafından incelenmesinin sakıncalarına değinmiştir. Öyle ki; çalışmanın da başında değinildiği üzere; aynı adliye de aynı koridorları, asansörleri, yemekhaneleri ve hatta lojmanları paylaşan ve yan yana salonlarda hüküm kuran hakimlerin, birbirlerinin kararlarına karşı ne derece bağımsız kalabilecekleri veya gördükleri hukuka aykırılık karşısında mesai arkadaşının vermiş olduğu kararı ne derece sorgulayacağı bir tartışma konusudur. Komisyon raporunda da yer alan ve dikkat edilmesi gereken husus ise hükümet görüşüdür. Tıpkı 6545 Sayılı Kanunun kabulü aşamasında TBMM Genel Kurulu’nda olduğu gibi hükümet böylesi bir reformun gerekliliğini ve sanıldığı gibi bir hukuka aykırılığın veya hak mahrumiyetinin oluşmayacağını savunmaktadır.


Yine Uluslararası Hukukçular Komisyonu (UHK)’nun Türkiye’nin Yargı Reformu Stratejisi ve Yargı Bağımsızlığı başlıklı raporunda yer alan Türk Sulh Ceza Hakimlikleri ve Uluslararası Hukuk başlıklı bilgilendirme notunda zaten Türkiye’deki mevcut sulh ceza hakimliği sisteminin, tutuklama kararlarını bağımsız ve tarafsız bir şekilde vermediği gibi bu kararlara karşı yapılacak denetiminde hukuka uygun ve etkin bir şekilde yapılamadığı sonucuna ulaşmıştır demek suretiyle Venedik Komisyonu’na atıfta bulunmuş ve yatay denetimi eleştirmiştir.[8]


E) SONUÇ


Türkiye’nin “özel mahkemeler” geçmişine baktığımızda, kapalı devre sistemine yabancı olmadığımız ve bu usulde çalışan sistemlerin eninde sonunda başarısız oldukları ve yeni düzenlemeler ile kaldırıldığı görülmektedir.


Devlet Güvenlik Mahkemelerinde soruşturma evresine ilişkin kararların yedek üyeler tarafından verilmesi ve bunlara karşı yapılacak itirazların mahkemenin kendisi olması buna örnek olarak verilebilir AİHM içtihatları sonucu kaldırılan DGM’ler yerlerini bu sefer CMK madde 250 ile özel yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine bıraktı.


Bunlarda, itiraz usulüne ilişkin bir düzenleme olmamasına rağmen itiraza oluşan teamül gereği özel yetkili hakimin bakması zorunlu kılındı ve yine sulh ceza hakimliklerinde olduğu gibi nicelik olarak düşük sayıda bir hakim tarafından incelenmesi sağlandı.


Son olarak 6352 sayılı Kanun ile, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişiklik ile terör konusunda özel görevli mahkemeler kuruldu. Bu kapsamda meydana gelen suçların soruşturmalarında ve koruma tedbirleri hakkında karar vermek üzere Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından hakim görevlendirilmesi usulü, madde 10/3-c’de benimsendi. Doktrinde bu hakimler “özgürlükler hakimi” veya “koruma tedbirleri hakimi” olarak anıldı.[9]


Tüm bu çizilen çerçevede sulh ceza hakimlikleri ve vermiş olduğu kararlara karşı getirilen kapalı devre (yatay denetim) itiraz sistemi; vatandaşın kafasında yargı bağımsızlığının üzerinde büyük bir şüphe ve gölge düşürmektedir. Yapılacak yeni reformlar ile sulh ceza hakimliklerinin vermiş olduğu kararlara karşı bir üst mercii kavramı yeniden oluşturulmalı; adaletin ve özellikle büyük hak mahrumiyetlerinin doğduğu koruma tedbirleri açısından verilecek kararlarda hukukun üstünlüğü ve güven tesis edilmelidir.



KAYNAKÇA


1) Nur CENTEL, Hamide ZAFER, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Eylül 2014





5) https://www.anayasa.gov.tr/tr/haberler/norm-denetimi-basin-duyurulari/sulh-ceza-hakimliklerinin-kurulusuna-ve-kararlarina-karsi-itiraz-usulune-iliskin-kararin-basin-duyurusu




DİPNOTLAR

[1] CENTEL Nur, HAMİDE Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul, Eylül 2014 [2] Ceza Muhakemesi Kanunu İtiraz usulü ve inceleme mercileri Madde 268 –(3) [3] https://docplayer.biz.tr/43874343-6545-sayili-kanunun-yargi-paketi-gerekceleri.html Erişim Tarihi 28.05.2020 [4] https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?P4=22171&P5=H&PAGE1=1&PAGE2=118 Erişim Tarihi : 28.05.2020 [5] https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_g_sd.birlesim_baslangic?P4=22169&P5=H&PAGE1=1&PAGE2=73 Erişim Tarihi 28.05.2020 [6] https://www.anayasa.gov.tr/tr/haberler/norm-denetimi-basin-duyurulari/sulh-ceza-hakimliklerinin-kurulusuna-ve-kararlarina-karsi-itiraz-usulune-iliskin-kararin-basin-duyurusu/ Erişim Tarihi 26.05.2020 [7] https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD(2017)004-tur Erişim Tarihi 22.05.2020 [8] https://ihd.org.tr/en/wp-content/uploads/2019/11/Turkey-Justice-Reform-Strat-Advocacy-Analysis-brief-2019-TUR.pdf Erişim Tarihi 24.05.2020 [9] https://www.tchd.org.tr/wp-content/uploads/2019/10/yargi-bagimsizligi-raporu-2019-tchd.pdf Erişim Tarihi:19/05/2020

 
 
 

Comments


® LEGALKA 2018 | Bütün Hakları Saklıdır

bottom of page